Bu sayfayı yazdır

Tasavvufi Şahsiyeti

Gümüşhânevî hazretleri az yemek, az uyumak ve az konuşmak gibi prensipleri içeren zühd ve takvâ dolu bir hayatı benimsemişti. Misafirsiz sofraya oturmazdı. Bütün nafile oruçları tutardı. Haftada iki defa müridleriyle topluca Hatm-i Hâce zikri icra ederdi. Salı geceleri zikirden sonra 70 bin kelime-i tevhid zikri yaptırmayı âdet haline getirmişti.

Yazlarını Beykoz’daki Yûşâ tepesinde çadır kurarak geçirirdi.

Yine bir yaz günü Yûşâ tepesi’nde yakınlarıyla çadır kurmuş olan Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî, elinde eski bir kemanla geçmekte olan bir çalgıcıyı çağırtır. Adam, sizin hocanızla benim ne işim var, gidin işinize, siz keman çaldırıp para vermezsiniz, ben de sizin sözlerinize kulak asıp dediğinizi yapmam, derse de ısrar eder ve huzura getirirler. Gümüşhânevî hazretleri, çalgıcının kulağına gizlice bir şey söyler. Adam bu sözler üzerine öyle bir cezbeye tutulup bağırır ki etraftakiler şaşırıp kalırlar. Çalgıcı, tevbekâr olur. Ahmed Ziyâüddîn hazretlerinin kendisinin kulağına neler söylediğini merak edip soranlara uzun süre bir şey söylemez, nihayet bir gün;

“Ben gençliğimde bir Bektâşî şeyhine intisap etmiştim, kendisi ehl-i sünnet ve’l-cemaatten idi. Vefat edeceği zaman ‘Seni büyüklerden birine emanet ettim, sakın reddedip perişan olma, âhir ömründe iyi bir insan olursun inşaallah.’ demişti. Gümüşhaneli Efendimiz de bana ‘Şeyhin seni bana emanet etmişti.’ demesi ile kendime sahip olamadım, bağırdım ve ellerine kapandım.” demiştir.

Nakşibendiyye ve Hâlidiyye usulü gereği halvete çok önem verir, Zilhicce ve Receb aylarında senede iki defa halvete girerdi. Müridlerinden girmek isteyenlere de bu aylarda halvet yaptırırdı.

Yatarken ayak uzatarak uyumayı edebe aykırı saydığı için hiç bir zaman ayak uzatarak uyumamıştır. Bir defasında, hasta yatağında baygın bir şekilde dört büklüm yatan Gümüşhânevî’nin, tedavisi için gelen doktor tarafından ayakları uzatıldığında, kulaklarının ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmiş, gözlerini hafifçe açarak, “Bir de beni Rabbım’ın huzurunda ayak uzatma suçu ile başbaşa bırakmayın.” diyerek ayaklarının toplanmasını istemiştir.

Kerametleri zâhir olan Gümüşhânevî hazretleri, ihvanına nasihatlerinde her zaman şunu tekrar ederlermiş:

“Kimsenin sakalına, bıyığına, tarikine, sigarasına karışmayın.”

Müridlerinden iki kişi bir gün yakınlarındaki bir Mevlevî tekkesinde ayin seyretmeye karar verirler. Akıllarına Gümüşhaneli hazretlerinin tenbihi gelir ama “Nasıl olsa biz kimsenin işine karışmayız.” diyerek giderler. Bir ara birisinin gözüne Mevlevî şeyhinin gür bıyıkları takılır, gittikçe zıddına gitmeye başlar ve nihayet dayanamaz. Arkadaşının kulağına eğilerek hafif bir sesle “Bu adam kızılbaş mıdır nedir?” der. O anda Mevlevî şeyhi bunlara gözlerini öyle bir diker ki az daha sıkıntıdan göğüsleri patlayacak olur. Derhal kendilerini dışarı atar dergâhın yolunu tutarlar. Karşılarına çıkan Gümüşhânevî hazretleri;

“Adam öyle bir gözlerini dikti ki... diker ya... Ben size demedim mi ki kimsenin âyinine, bıyığına karışmayın…” diye tekdîr eder ve ruhî inkıbazı da onlardan gidererek merhamet buyururlar.

Gümüşhânevî hazretlerinin vefatından hayli seneler sonra son demlerini yaşayan ilim ve irfan sahibi bir zât,

“Derhal kadınlar yanımdan çıksın veya başlarını örtsünler şeyhim Hazret-i Ahmed Ziyâ geliyor.” demiş ve biraz sonra da;

“Elhamdülillâh şeyhim bana dedi ki: ‘Cenâb-ı Hak günahlarını bağışladı, bize geliyorsun müjdeler olsun.’” diyerek ağlamış ve kelime-i şehâdet getirerek emr-i ilâhîye icâbet eylemiştir.

Ne zaman kendi halifelerinden Oflu Hacı Yusuf Efendi Trabzon’dan istanbul’a doğru gelen vapura binse, dergâhta bulunan Gümüşhânevî hazretleri etrafındakilere;

“Yusuf’umun kokusu geliyor.” buyururlarmış.

Mahmud Esad Coşan Hocaefendi anlatıyor:

Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddin hazretleri hayatta iken, Medîne-i Münevvere ahalisinden Muhammed isminde bir şahsı rüyasında, “İstanbul’a gel.” diye çağırmış. Medineli, kendisi Arap... Seyyid, Peygamber Efendimiz’in sülalesinden... O da atlamış vapura, kalkmış İstanbul’a gelmiş. Bir rüya üzerine, Medîne-i Münevvere’den deniz yoluyla İstanbul’a gelmiş. Ama adres yok. İşte rüyada “İstanbul’a gel.” dedi bir sakallı şahıs, ondan geldi. Çıkmış vapurdan... Yürürken bir şahıs yanına yanaşmış:

“Sen Medineli Muhammed filanca mısın?”

“Evet!..” demiş.

“Düş peşime!..” demiş.

O önden, bu arkadan bir yere gelmişler. Bir hocaefendinin yanına girmişler. El öpmüş... Bir de bakmış ki rüyada kendisini İstanbul’a çağıran, “gel” diyen şahıs. O şahıs demiş ki:

“Yahu burası neresi, bu zât-ı muhterem kim?” O şahıs;

“Burası Gümüşhaneli Tekkesi... Bu zât-ı muhterem de, Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî hazretleridir.” demiş.

Bayram ve kandil gecelerini, müridleriyle birlikte sabahlara kadar zikir, fikir, tekbir, tehlil ve tahmidle geçiren Gümüşhânevî hazretleri, ömrünün son 18 yılını bayram günleri hariç oruçlu geçirmiştir.

Lüzumsuz sözlerden hiç hoşlanmaz, boş vakitlerini ve çoğu gecelerini ilim ile meşgul olarak geçirirdi. Sabah namazından sonra işrak vaktine kadar ve yatsı namazından sonra mecbur kalmadıkça dünya kelamı konuşmazdı. Kendisine yakın olanlarca rivayet edildiğine göre, yatağa gireceği zaman, mutlaka Yâsîn sûresini okumayı âdet edinmişti. Kendisi okuyamayacak kadar bitkin olduğu zaman birisine okutup dinlerdi.